Kültür Seyahat

8 Mart 2022
Gezgin Kadınlar
Gezgin Kadınlar

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne özel, sekiz çok özel gezgin kadın, gezi önerilerini Flyista okurları için yazdı. Sizin tercihiniz hangisi olurdu?

1- Balkanların Gözbebeği Bosna Hersek

Şükran Meydan / @PustoDunya

Adımınızı attığınız anda sizi sarıp sarmalayacak bir ülkeye gitmek ister misiniz? O zaman size hiç düşünmeden Bosna’ya gidin derim. Yemekleri, mimarisi size tanıdık gelecek, kulağınıza çalınan hareketli müzikleri sizi kıpır kıpır edecek. Arada Türkçe kelimeler duyunca mutlu olacaksınız. Emin olun Bosna’ya bayılacaksınız. O zaman hazırsanız size bir çırpıda Saraybosna ve Mostar’ın en önemli noktalarını anlatacağım, buyurun başlayalım. 

Gezgin-Saraybosna

Saraybosna’da Görmeden Dönmeyin

Şehrin kalbi Başçarşı camileri, bedesteni, hanları, çeşmeleriyle tipik bir Osmanlı çarşısıdır. Şehrin simgesi Sebil ise turistlerin ve yerli halkın buluşma noktası. En güzel köfteler, börekler, kahveler ve tatlılar bu civarda, benden söylemesi. 

Bir ucu Başçarşı’da diğer ucu 1. Dünya Savaşı’nda ölenlerin anısına o günden beri yanan sönmeyen ateşte olan cadde boyunca yürüyün. Caddenin yarısından itibaren Batı mimarisi başlar ve camilerin yerini kiliseler, sinagoglar alır. Tam da bu yüzden şehre Avrupa’nın Kudüs’ü denilir. 

Nehir kenarında yapılacak bir yürüyüşte görecekleriniz ise Saraybosna Kütüphanesi ve 1. Dünya Savaşı’nın başladığı yer olan Latin Köprüsü’dür. Maalesef yakın tarihte yaşanan Bosna Savaşı’nın anlatıldığı Savaş Müzesi ve Alija İzzetbegoviç’in de mezarının bulunduğu Şehitlik en çok ziyaret edilen yerlerin başında gelir. Şehitliğe çıkmışken tüm Saraybosna’yı tepeden göreceğiniz Tabya denilen seyirliğe çıkmayı unutmayın. 

Bütün bu saydıklarıma yürüyerek kolayca ulaşırsınız. Toplu taşıma ya da taksiyle gidilebilecek mesafede ise Ilıca mevkiinde Vrelo Bosna Parkı’nı ve savaşın seyrini değiştiren Savaş Tüneli’ni gezmenizi şiddetle öneririm. Belki izleyecekleriniz sizi üzecek ama savaşın acı yüzü de unutulmamalı ki savaşlar tekrarlanmasın. 

Hep acı ve savaş izleri mi göreceğiz demeyin; birbirinden değişik konseptli eğlence mekanları, neşeli Balkan müzikleriyle geceleri sizi bekliyor olacak merak etmeyin. 

Mostar’da Görmeden Dönmeyin 

Gelelim Mostar’a ve o canım köprüye. Sadece yayaların geçtiği Mostar Köprüsü’nden geçip Neretva Nehri’nin yanına inin ve bir de oradan izleyin onu. Nehre ayaklarınız sokun ve suyun sesini dinleyin. Köprünün en güzel göründüğü bir diğer yer ise cami minaresidir. Yanlış okumadınız; Koski Mehmet Paşa Camii minaresine çıkmanıza izin veriliyor. 

Mostar’a kadar gitmişken şehre çok uzak olmayan Blagay Tekkesi, Poçiteli Türk Köyü ve doğa harikası Kravice Şelalelerine bir gün ayırsanız pişman olmazsınız.

Bu yazıda size kısaca görmeniz gerekenleri yazmaya çalıştım. Benim gibi giden herkesin kalbine dokunduğuna şahit olduğum bu güzel ülkeye umarım hepinizin yolu düşer. 

2- Cennetten Bir Köşedeyim: Endonezya

Ruşen Junandar / @Junandar Ailesi

18 yaşlarımda sürekli seyahat halindeydim. Bir dansçı olarak Avrupa’da Türkiye’yi temsil ettiğim için bu sayede daha çok yol alma şansım da oluyordu. Endonezya’nın Banda Aceh’ini de işte ilk o zamanlar duydum.

Banda Aceh, Sumatra’nın kuzeybatı ucunda, Aceh ayrıcalıklı özerk ilinin (Daerah İstimewa) merkezi olan bir kent (Kotamadya). Mekke’ye giden hacılar için tarih boyunca bir konaklama noktası olması nedeniyle, “Mekke’ye açılan kapı” olarak da bilinir. Aynı zamanda Endonezya’da Türk mezralarının olduğu tek şehir. Osmanlı döneminde ikili ilişkiler gayet iyiymiş, bugün de değişen bir şey yok. Özellikle tsunami felaketinde Türkiye’nin yaptığı yardımlar burada hiç unutulmamış.

Gezgin 1- Endonezya

Endonezya’nın Gezilecek Yerleri

Banda Aceh’e özel olarak geçmeden önce biraz Endonezya’dan bahsetmek istiyorum size. En kalabalık ülkelerden biri olan Endonezya 250 milyondan fazla bir nüfusa sahip ve nüfusunun %98’ini Müslümanlar oluşturuyor. Hindu dininin yaygın olduğu Bali’nin aksine buranın şehir merkezinde sadece tapınaklar değil camiler de boy gösteriyor. Üstelik bu camiler öyle güzel bir mimariye sahip ki hayran olmamak elde değil. Bazıları sadeliği ile öne çıkarken bazıları aynı anda 300 bin kişinin namaz kılabildiği devasa yapılar olarak göze çarpıyor.

Endonezya’ya yolunuz düşerse, bu bahsedeceğim yerleri mutlaka gezi listesine eklemelisiniz:
İstiklal Cami, Yogjakarta, Bali, Bandung-Lenbang, Lombok, Gili Adaları, Ubud, Borobudur Tapınağı ve başkent Jakarta.

Endonezya Mutfağı

Endonezya'da ne yenir denildiğinde, yöresel malzemelerle yapılan yiyecekler ilk sırada geliyor. Özellikle her öğünde renkli salatalar ve pirinç lapası olmazsa olmaz. Deniz ürünlerinden yapılan salatalar da en çok tüketilen besinlerden. 

Kahvaltılarda sofrada mutlaka meyve bulunuyor. Öğle ve akşam yemeklerinin yıldızı ise genellikle tofu, pirinç ve diğer malzemelerle yapılmış ana yemekler. Çorbalar önünüze istediğiniz malzemelerle servis ediliyor ve kendi çorbanızı kendiniz yapıyorsunuz. Endonezya’nın farklı olgularla karşınıza çıkan yöresel kültürleri, benim tam bir kültür şoku yaşamama neden olmuştu, eminim sizi de çok şaşırtacak.

Gelelim Banda Aceh’e…

Bu satırları size Acehli biriyle evli, bir anne ve bir influencer olarak, Banda Aceh’teki müstakil evimin bahçesinden yazıyorum. Tam iki senemiz Lanbaro Ormanı’ndaki sevimli bir evde, muzlarımızı ve avokadolarımızı koruyabilmek için elimizde terlikle maymun kovalayarak geçti. Zaten Türkiye de beni böyle tanıdı, videomu izleyen milyonlarca kadın beni destekledi. Maymunların kadınlardan korkmadığını biliyor muydunuz? O yüzden maymunlar muzlarımızı çalmaya devam etti, ben de izlemeye… Harris işten eve geldiğinde bu kovalamaca ancak tamamlanabiliyordu.

Bahçemizde avokado, muz, yıldız meyvesi, mango ve ananas gibi tropik meyveler yetiştirmek benim için eşsiz bir deneyimdi. İki sene boyunca o köy evinde geçirdiğimiz günler hem muhteşem hem de trajikti. Trajik diyorum çünkü o ormanda yaşayan sadece biz değildik. Köylü bir komşumuz bahçesinden sebze toplarken bir piton tarafından yutulmuştu mesela. İnsanlar buradaki felaketlere alışkın oldukları için bu olay onları bizim kadar etkilememişti, buraya boşuna “Ateş Çemberi” demiyorlar.

Endonezya cennetten bir köşe olsa da henüz yer şekilleri gelişimini tamamlamamış, çok genç bir ülke. Dolayısıyla her an volkanik bir patlamayla, depremle veya selle karşılaşabiliyorsunuz. Birçoğunuzun burada meydana gelen tsunami felaketini hatırladığına eminim, hatta belki buranın ismini bile ilk kez bu haberle birlikte duymuşsunuzdur. Aceh’te öğretim görevlisi olan eşim Harris, ailesinden birçok kişiyi ve dostlarını tsunamide kaybetmiş. Bugün hala şehir merkezinde devasa bir gemi duruyor, suların geri çekilmesiyle birlikte orada kalmış ve felaketin manzarasını sergilediği için de kaldırılmamış. Gelenler, Tsunami Müzesi ile birlikte mutlaka burayı da ziyaret ediyor.

Buralara gelirseniz, gerçekten gezip göreceğiniz, deneyimleyebileceğiniz çok şey var. Ben mi? Bir gurbet kuşu olarak, sizi burada, evimin bahçesinde bekliyor olacağım.

3- Şirin Bir Ege Kasabası: Foça

Merve Aygün / @Atlas.Guides

Pek çok kişinin hayallerini süsleyen Ege’de bir sahil kasabasında yaşama fikri vardır ya hani, işte Foça her anlamda bu hayalin gerçek olduğu şirin bir sahil kasabası olarak çıkıyor karşımıza. 

Antik Çağ’da İyonya’nın önemli yerleşim alanlarından olan Foça, nesli tükenmekte olan Akdeniz foklarına ev sahipliği yaptığı için de Ege’nin en önemli kentleri arasında yer alıyor. Eski ve Yeni Foça olarak ikiye ayrılan kent, bakir koyları ve plajlarıyla da herkesi kendine hayran bırakıyor. Gün batımına doğru yapılan tekne turlarında ise mitolojiye konu olan Siren Kayalıkları ve Orak ve İncir adalarını yakından görmek, bu anları daha da etkileyici kılıyor. 

Gezgin 2-Foça

Eski Foça

Balıkçı teknelerinin eksik olmadığı limanıyla her daim hareketli olan Eski Foça, tarihi taş konakları ve Beşkapılar Kalesi ile daha nostaljik bir tatil deneyimi sunuyor. Bunun dışında Ege mutfağından leziz yemekler servis eden mekanları, Nazmi Usta’nın dillere destan karadutlu ve sakızlı dondurması ve güneşin batışının adeta bir seremoni gibi izlendiği sahil şeridi, Eski Foça’yı unutulmaz kılıyor.

Yeni Foça

Yeni Foça ise daha çok modern yapıların olduğu, merkezdeki halk plajıyla popüler olan bir yer. Eski Foça’dan çok daha hareketli ve kalabalık olan Yeni Foça’da, özellikle sahil şeridinin arka kısımlarında taş konakları görmeniz mümkün. Tarihi konakların süslediği ve leziz dibek kahvesiyle ünlü olan Kozbeyli Köyü de Yeni Foça’ya yakın bir konumda yer alıyor. Foça’nın en turistik köylerinden olan Kozbeyli’nin daracık sokaklarında yürüyüş yapmak ve doğaya özgü sesleri dinlemek en çok tercih edilen aktivitelerden. 

Güzel bir yemek yemek, denize çıkan renkli sokaklarda sevdiklerinizle hoş vakit geçirmek ve doya doya yüzmek için Foça güzel bir seçenek. Hayalleri süsleyen Foça yılın her mevsiminde ayrı bir güzelliğe bürünse de, bahar ve yaz aylarında çok daha keyifli oluyor.

4- Gastronominin Başkenti Gaziantep 

Aslı Dumlu / @Aslının Yolları

Uçak alçalmaya başladığında, daha kırmızı topraklar selamlarken sizi fark edersiniz büyülü bir coğrafyaya misafir olduğunuzu. Tarihi İpek Yolu’nun içinden geçtiği, gastronominin başkenti olan, sokakların tarih koktuğu, onurlu mücadelenin gururunu adında taşıyan o şehre, Gaziantep’e hoş geldiniz.

Gezgin- Gaziantep

Tek günde gezmenin imkânsız olduğu bu şehri birkaç satırda özetlemeye çalışacağım. Gastronominin başkenti oluşu yemek turizminin vazgeçilmez rotası yapıyor kenti. Sabahın erken saatlerini seçerseniz şehre varış için, güne ciğer kebabıyla başlayıp, Zekeriya Usta’da katmer yiyerek kahvaltınızı tamamlayabilirsiniz. Sabah kahvenizi mutlaka Tahmis’de için zira menengiç kahvesini ülkede bulabileceğiniz yegâne yerdir orası. 

Kahvenizin ardından Eski Çarşı’da yürüyerek ziyaret edebileceğiniz sayısız önemli lokasyonu sırasıyla ziyaret etmeye başlayabilirsiniz. Bu yerlerin başında Tütün Han, Gümrük Han, Bakırcılar Çarşısı, Kaleoğlu Mağarası, Hamam Müzesi, Tarihi Naib Hamamı, Atatürk Müzesi, Almacı Pazarı, Gaziantep Oyun ve Oyuncak Müzesi, Gaziantep Kalesi ve aslına uygun şekilde restore edilen Bey Mahallesi geliyor. Bir tam günlük sürede yürüyerek tüm bu özel lokasyonları ziyaret edebilir, acıktığınızda İmam Çağdaş’ta dillere destan Gaziantep mutfağının özel lezzetlerini tadabilirsiniz.

Dönüş uçağınıza gitmeden evvel Zeugma Mozaik Müzesi’ni ziyaret etmenizi şiddetle öneririm. Mozaiklerin hikayeleri de bizzat kendileri kadar büyüleyici.

Doğunun Paris’i olarak da nam salmış Gaziantep, ticaret hacmiyle bölgenin en kalkınmış illerinin başında geliyor. Tarihi, kültürü, muazzam mutfağı, sıcakkanlı halkı, etkileyici coğrafyası ile bu tabiri fazlasıyla da hak ediyor.

Bir gün mutlaka bu özel şehirle yüz yüze tanışabilmeniz temennilerimle...

Sevgiler,
Aslı 

5- Türkiye’nin En Batısı: Gökçeada

Nuray Çalışkan / @Seyahat Bir Edebiyat

Yurdumuzun en batısı, güneşi batırdığımız bu eşsiz adanın yolu biraz meşakkatli. Çanakkale tarafından gelinirse önce feribotla Eceabat’a, sonra kara yolu ile Kabatepe’ye, Gelibolu tarafından geliniyorsa direkt Kabatepe’ye gelinip oradan kalkan feribotla da 2-3 saatlik deniz yolculuğundan sonra Gökçeada’ya ulaşmak mümkün.

Kuzu Limanı’ndan ayak basılan bu verimli kara parçası, şehir merkezinden ziyade birkaç sevimli köye sahip. Sayacak olursak Bademli, Zeytinli, Tepeköy, Kaleköy, Dereköy, Şirinköy, Uğurlu ve Eşelek. Hepsi birbirinden enteresan olan bu köylerin en dikkat çekenleri ise Kaleköy, Zeytinli ve Tepeköy.

GÖkçeada-Gezgin

Zeytinli, birçok şirin kafe ve işletmesi olan, Arnavut kaldırımlı, yemyeşil nostaljik bir köy. En çok burada vakit geçirdim diyebilirim. Favori yerimse Mina kafe ve önce panna cotta olmak üzere envai çeşit ev yapımı tatlıları. Dekoru da şahane olan bu kafede bol bol fotoğraf çektirmek olmazsa olmazlardan.

Tepeköy’e gelirsek… Üzüm bağları arasında muhteşem bir manzaraya sahip bu Rum köyü aynı zamanda eğlenceli tavernaları ve yıllanmış evleri, daracık sokakları ile ilgi çeliyor. Turistlerin uğrak noktası olan bu köyde kekik balı, zeytinyağı ve karadut şurubu en meşhurlarından.

Kaleköy’ün olayı ise bambaşka. Orası güneşi batarken izleyebileceğimiz en müsait konum. Zira yüksekçe en uç noktalara yapılmış meyhanelerde, fasıl eşliğinde kadeh kaldırırken günün son kızıllığını izlemek mümkün. Manzara ise baş döndürücü bir güzellikte.

Gökçeada Plajları

Gelelim plajlarına; Kefalos (Aydıncık), Laz koyu, Uğurlu Plajı, Gizli Liman ve Yıldız Koyu Plajı.

Adanın en geniş ve en meşhur plajı, altın sarısı kumu ile gözlerimi kamaştıran Kefalos Plajı. Sörfçülerin favori seçimi olan açık denizde, dalga olasılığı da yüksek.

Her daim süt liman olan yer ise Laz Koyu. Tek işletmenin bulunduğu plaj sevilen yerlerden.

Yıldız Koyu ise taş sevenlerin tercihi. Kum olmadığından plaj hissi vermese de dalgaların kayalarda oluşturduğu ilginç izleri görmek enteresan.

Gökçeada Gizli Liman.jpg

Benimse favorim Uğurlu Plajı’nın hemen ilerisindeki Gizli Liman.

Çakıl taşından oluşan sahilin olanakları da efsane. Henüz keşfedilmemiş bu ıssız limanda güneşlenmek ve denize girmek en keyiflilerinden. Hele de tertemiz sularında yüzmek, tarifsiz! Üstelik arkadaki çam ormanından ötürü kampçıların da tercihi oluyor.

Tadı Damağınızda Kalacak Efibadem Kurabiyesi

Ulaşımın kolay olduğu bu şirin toprakların bir de ünlü Efibadem kurabiyesi var ki dillere destan. Tereyağlı, ağızda eriyen, kıtır kıtır sert hamur damakta efsane bir tat bırakırken, bütün parçalar halinde gelen bol bademler de ayrı bir lezzet veriyor.

Velhasıl üç günlük Gökçeada seyahatini özetleyecek olursam tadı damağımda kalan işte bu kurabiye misali! Lezzetli, eğlenceli, keyifli, mutluluk verici… Yeni, yepyeni bir tat...

6- Güzel Atları Diyarı: Kapadokya

Didem Türkmen / @Didemmturkmen

Volkanik dağların lav ve küllerinden oluşabilecek en güzel doğa harikası, Kapadokya. Türkiye’yi geçtim dünyada bile artık çoğu insanın varlığını bildiği fakat her gördüğünüzde sizi doğasıyla hayretler içerisinde bırakan, adını güzel atlarından alan diyardır. Her ne kadar Peri Bacaları’nın daha yoğunlukta bulunmasından dolayı hep Nevşehir şehrinin ikinci bir adıymış gibi bilinse de aslında Kırşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri gibi dört güzel şehri daha içerisinde barındırır Kapadokya.

Gezgin-Kapadokya_0.jpeg

Kapadokya’da sabah gün doğumunda balonların havalanması ile başlayan gün, Ihlara Vadisi’nde trekking ile devam ederken, kahvenizi Hasan Dağı ve Helvadere Gölü’nün birleştiği o muhteşem manzarada mı, yoksa Ürgüp’teki Temenni Tepesi’nde bütün şehir ayaklarınızın altındayken mi içmeyi tercih edeceğinize göre şekillenir. Günü ise Kızıl Vadi’de batırmanız şiddetle önerilir, çünkü bu göz şöleni kolay kolay unutulacak gibi değildir.

Birden fazla dönemi hissetmek de mümkündür Kapadokya’da. 13. yüzyılda yaşamış, sevgi ve hoşgörüye dair günümüzde bile değerinden hiçbir şey kaybetmemiş öğretileri bulunan, büyük düşünür Hacı Bektaş-ı Veli’nin türbesini ziyaret edebilirsiniz. Hititler Dönemi’nde inşa edilen ve hikayeleri Mezopotamya’dan Kapadokya’ya uzanan İlk Hristiyanların, Roma zulmünden kaçmalarını ve güvenle yaşamalarını sağlayan yeraltı şehirleriyle yerin metrelerce altında milattan önceye gidebilir, aynı zamanda Avanos’ta seramik atölyelerini gezebilir ve insanlık tarihi kadar eski bir sanat olan çömlekçilik sanatını icra eden insanları yerinde izleyebilirsiniz.

Birçok kültüre ev sahipliği yapmış, sayfalarca bahsetsek yine de anlatmaya yetmeyecek olan bu bölge, benim için hep çok büyüleyici ve kıymetli olmuştur. Şimdiye kadar yolunuz düşmedi ise de, olur da bir gün düşerse testi kebabı yemeyi unutmayın.

7- Masalsı ve Büyüleyici Bir Dünya: Meteora

Filiz Saka / @The Memory Creator Family

Türkiye’den giden turistlerin Yunanistan’da en çok ziyaret ettiği yerler Midilli, Sakız, Siyam, Mikonos, Girit gibi Yunan Adaları ya da Selanik’tir. Ancak milyon yıllık tarihi olduğu düşünülen Yunanistan’da görülecek yerler elbette ki buralarla sınırlı değil.

Oldukça duygusal anlar yaşadığımız Selanik ziyaretimiz sonrasında rotamızı 3 saat (yaklaşık 230km) uzaklıktaki Meteora’ya çeviriyoruz. Meteora, Teselya bölgesinde yer alan ve Kalambaka ve Kastraki köylerinden oluşan bir şehir.

Gezgin-Meteora2.jpeg

Meteora’ya kendi aracınızla ulaşabileceğiniz gibi Selanik’ten kalkan günlük otobüs turları ya da trenle de ulaşabilirsiniz. Gece geç vardığımız için şehri görmüyoruz, sabah ise ilk işimiz manastırları görmeye gitmek oluyor. Manastırlara doğru yaklaştığımızda dev kayalıkları görmeye başlıyoruz. O güne kadar gördüğümüz en ilginç, çarpıcı ve etkileyici doğa harikası olabilir. Masalsı, bir o kadar da büyüleyici bir dünya. Filmlerdeki gibi fantastik bir yer demek yanlış olmaz çünkü “Game of Thrones” dizisinin bazı bölümleri de burada çekilmiş.

300-500 m yüksekliği bulunan ve vadiyi dik olarak kesen dev kayalıkların üzerine inşa edilmiş yapılar. “Meteora” yani “havada ya da göklerde asılı kalan” isminin nereden geldiğini böylece anlamış oluyoruz.

Meteora Foto2.jpeg

Jeologlar bu muhteşem doğa eserinin 60 milyon yıllık tarihi olduğunu düşünüyorlar. Keşişlerin buraya gelip inzivaya çekilmeye başlamaları ve manastırları inşa etmeleri ise 9.- 14. yy. aralığında oluyor. Bu dönemde 20’den fazla manastır inşa ediliyor, günümüzde bunların 6 tanesi hala ayakta ve ziyaret edilebilir durumda. Bunlardan en ünlüsü “Great Meteoron Monastery”. Deniz seviyesinden 615m yüksekte dimdik bir kayanın üstüne kurulmuş, bölgenin en eski ve büyük manastırı. Manastıra ulaşabilmek için 146 basamağı tırmanmanız gerekiyor. İnanılması biraz güç ama bu basamaklar 1923 yılında inşa edilmiş; daha önce manastırlara sadece tahta merdivenler ve halatlarla tırmanarak çıkılabiliyormuş.

Bölgedeki ziyarete açık diğer manastırlar:

Holy Trinity Manastırı

Roussanou Manastırı

St Nikolaos Anapafsas Manastırı

Varlaam Manastırı

St Stephen’s Manastırı

8- VİETNAM GEZİ YAZISI

Kübra Kara / @Gezmeden Duramam

Gezdiğim en güzel ülkelerden biri şüphesiz ki Vietnam'dı. Gitmeden önce de gerçekten ilgi duyduğum bu ülkeyi gezdikten sonra; doğasına, insanlarına, yemeklerine, sokaklarına hayran kaldım. Muhteşem bir kurtuluş hikayesinin yaşandığı tarihi yerlerini gezip, hikayelerini yerinde dinledikçe, Vietnamlılara olan saygım daha da arttı.

Vietnam denince akla ilk gelen vizesi zor alınan bir ülke olmasıydı ancak buradaki bir acenteden kolayca aldık, sonra da ver elini Vietnam…

Vietnam yeme içme konusunda kesinlikle zorlanılmayacak bir ülke. Özellikle çorbaları, noodleları çok lezzetli ama deniz ürünleri yerseniz işler biraz değişebilir. Siparişlerinizi buna göre vermekte fayda var. Bui Wien Caddesi gibi hareketli hem yemek hem alışveriş için ideal bir diğer yer de Ben Tahn market ve hemen arkasındaki gece pazarı. Burada hem yemeğinizi yiyebilir hem de pazardan hediyelik eşyalar, şapkalar, magnetler, kahveler vs alabilirsiniz. Yan sokaktakilerin fiyatı kesinlikle daha ucuz ve asla unutulmaması gereken, dibine kadar her yerde pazarlık yapmak :)

vietnam foto.jpg

Ertesi gün Mekong Delta için yola çıktık. 1,5 -2 saat sonrasında büyük bir tekneye transfer olduk ve yolda hindistan cevizinden yapılma şekerlerden tattık. Deli gibi bir yağmur başladı ve biz küçük bir tekneye transfer olarak öğle yemeğimizi yiyeceğimiz başka bir adacığa geçtik. Vietnam'da dolaşırken yanınızda sürekli ince yağmurluklar bulundurmanızı ve açık sandalet ayakkabılarla gezmenizi şiddetle tavsiye ediyorum çünkü birden başlayan yağmurlarıyla ünlüdür ama korkmayın hava o kadar sıcak ki asla üşümüyorsunuz. Yemek sonrası 4 kişilik sallarla nehirde bir gezi yaptık. Tabi yağmurdan su bulanık olsa da, gerçekten harika bir deneyimdi. Sonrasında Vietnam müziği ve meyveleri eşliğinde bir gösteri izleyerek dönüş yoluna geçtik.

Ertesi gün bizi müthiş bir deneyim bekliyordu. Vietnam savaşının kazanıldığı meşhur Cu Chi tünellerine 2 buçuk saatte vardık. Dikkat edilmesi gereken en önemli şey, Ben Dinh ve Ben Duoc adında 2 tünel var. Ben Duoc Tüneli; insan eliyle yapılmış 250 km uzunluğundaki orijinal olan tünel ve biz buna gelmeyi tercih ettik. Ben Duoc tünellerini Vietnamlı bir rehber ile gezmeye başladık. 10 metre derinliğindeki bu tünellerin içleri, adeta saklı bir yaşam alanı olarak tasarlanmış. Ormanlarda çeşitli bubi tuzakları kurulmuş, bu tünellerde 21 yıl boyunca bir hayalet gibi yaşamışlar. Bacaları bile yerleri dumandan tespit edilemesin diye yedi yüz metre ileriden ve dumanı farklı kanallardan tahliye edecek şekilde tasarlanmış. Savaş sırasında lastik ayakkabılarının tabanlarını ters takarlarmış ki görenler tam zıttı yöne gidildiğini düşünsün. Tünellerin kapakları ise üstü yapraklarla kaplı olduğu için dışarıdan fark edilemiyor. Yani işgale karşı tam bir zeka ve mühendislik örneği gösteren Vietnamlıların bu fedakar ve kahramanca hikayeleri beni derinden etkiledi.

İsteyen kişiler savaşta kullanılan silahlarla atış yapabiliyor; ben AK47’yi denedim. Bence burası Vietnam’da kesinlikle gelinmesi gereken yerler listesinde olmalı. Bunun dışında şehirde, Paris'tekine çok benzer Notre Dame Kilisesi, Postane Binası, Birleşme Sarayı, özellikle akşamları hareketlenen Nguyen Hue Meydanı da gezilecek yerler arasında. Beni en çok etkileyenlerden biri de, asıl adı Savaş Suçları Müzesi olup, politik olarak bu isim söylenemediğinden dolayı “Savaş Kalıntıları Müzesi” olarak telaffuz edilen, Fransız ve Amerikalı askerlerin savaş sırasında yaptıklarını anlatan bir müze. Burayı dolaşırken biraz duygulanabilir ve etkisinden bir süre çıkamayabilirsiniz. Ödüllü savaş fotoğrafçısının çektiği fotoğraf da bu sergide bulunmaktadır. Ayrıca müzenin bahçesinde de o dönemden kalan savaş uçakları, tankları vs sergilenmektedir.

Başkent Hanoi

Daha sonra, Vietnam’ın ikinci büyük şehri ve başkenti olan Hanoi’ye geldik. Geliş nedenimiz meşhur Halong Körfezi’ni görmekti. Bir gece teknedeki özel odamızda kalıp gece kalamar avına çıkacak, iki gün boyunca da bir doğa harikası olan körfezi dolaşacaktık. Hanoi’den tekneye bineceğimiz noktaya geldiğimizde, kasırga uyarısı nedeniyle denizde kalma yasağı getirildiğini öğrenip şaşırdık. Hava 34 dereceydi ve pırıl pırıldı. Öğle yemeğimizi denizin ortasındaki kocaman kayaların arasında süzüle süzüle teknede yedikten sonra küçük küçük sandallara bindik ve çevreyi dolaşmaya başladık. Çin sınırına yakın, büyükçe bir mağaranın içini gezip dışarı çıkmıştık ki hava resmen patladı. Deli gibi yağmur yağıyor, tekneler denizde birbirine çarpıyordu. Üzerimizde can yeleklerimizle dualar eşliğinde karaya yol aldık. Bize her şeye hazırlıklı olmamız söylendi ama bir taraftan da Vietnam böreği olarak bilinen “Spring Roll” yapma dersleri veriliyordu😊

vietnam foto2.jpg

Hanoi'de “Old Quarter” adıyla bilinen tarihi bölgede kaldık; burası Hoan Kiem gölünün kuzeyinde bulunuyor. Akşamları çok hareketli olmakla birlikte, Nevizade'yi andıran bir sokak yapısı var. Yemek fiyatları oldukça uygun. Bölge ve etrafındaki yerler yürüyerek gezilebilecek uzaklıkta. Bunun dışındaki birkaç yere de Grab uygulamasını kullanabilirsiniz, fiyatları baya uygun ve gitmeden önce kaç para tutacağını biliyorsunuz. En ilginç yerlerden biri şüphesiz Train Street. Nedeni ise tren yolunun sağında ve solunda kafelerin olduğu bir sokak düşünün. İnsanlar bir şeyler yiyip içiyor ama tren gelince herkes bir anda toplanıyor; tren geçiyor ve keyfe devam :) Aslında herkes bu sokağa, günün belirli saatlerinde geçen o treni görmeye geliyor. 

Vietnam'ın kurtarıcısı Ho Chi Minh adıyla bilinen “Nguyen Sinh Cung” tam bir Atatürk hayranıydı. Ho chi minh'in mezarı da Anıtkabir'e çok benzemektedir ve içinde mumyalanmış olarak yatmaktadır. Ziyaret edenler hızlı bir şekilde küçük gruplar halinde kendisini görebilmektedir. “Biz Kemal’i hep hayranlıkla izledik, Türkiye’ye bağımsızlığını kazandırdı, biz de kendi mücadelemizi vermek zorunda kaldık. Bizimki çok daha uzun ve çileli oldu” deyip Atatürk'ü örnek alan Vietnam liderine biz de ziyarette bulunduk. 

Şehirde Hoa Lo Hapishane Müzesini de gezmenizi tavsiye ederim, burası da beni etkileyen yerlerden biri olmuştur. St. Joseph's Katedrali, Ngoc Son Tapınağı ve gezebileceğiniz birçok müze bulunmaktadır. Buraya birkaç gün ayırıp, ilginizi çekenleri dolaşabilirsiniz. Akşamları göl etrafı çok hareketli oluyor, buralarda turlayabilirsiniz. Old Quarter'da bulunan orijinal olmayan outdoor markalarının mağazalarına bol bol rastlayabilir, Vietnam'ın meşhur yumurtalı kahvesini içebilirsiniz. 

Herkese mutlu, sağlıklı, bol seyahat dolu, özgürce gezebileceğimiz günler dilerim...