İyi Yaşam
5 Ekim 2020Güncelleme Tarihi: 15 Temmuz 2022
Perspektif ve derinliğin gözetilmediği bir dünya düşünün. Bütün âlemin, figürlerin boyut gözetilmeksizin ince ince işlendiği bir resme sığabildiğini. İşte o resim, yani minyatürler artık bilmediğimiz eski insanların zamanını gösteriyor bize. Batının sanatından ve gelişiminden bambaşka bir yol izleyen bu sanat, bugün başka bir tarihin izini sürmemize olanak veriyor. Hep ileri gittiğini düşündüğümüz zamanın akışı minyatürde yerini her şeyin birbirinin içine girdiği, hatta bölünerek birleştiği bir dünyaya bırakıyor. El yazması kitaplardan evlere uzanan minyatürler can alıcı renkleriyle bize yüzyıllar öncesinde yaşanmış hikâyeleri taşımaya devam ediyor.
Minyatür, çok ince işlenmiş, küçük boyutlu resimleri ve bu sanatı tanımlamak için kullanılan genel bir kavram. En eski örnekleri M.Ö. ikinci yüzyılda Mısır’da papirüs kenarlarında görülüyor. Kelimenin kökeni; Ortaçağ Avrupası’nda el yazmalarının bölüm başlarına yapılan süslemelerinde ve onların baş harflerini vurgulamada kullanılan, kırmızı boya anlamına gelen “minium”a kadar uzanıyor. Latince “miniare” kökünden türetilerek İtalyancaya “miniatura”, Fransızcaya “miniature” biçiminde geçen kelime Türkçeye de minyatür olarak geçmiş.
Özellikle İran’da ve Osmanlı’da doruk noktasına ulaşan minyatür sanatının bu coğrafyadaki ağırlıklı rengi kırmızı olmuş. Doğu minyatüründe anatomi, derinlik, ışık ve gölge de yok. Uzak ve yakındaki figürler aynı büyüklükte, daha doğrusu figürlerin önemine göre büyük veya küçük çiziliyor. Batı sanatındaki perspektiften farklı olarak minyatürlerde figürlerin önde olanları genellikle en altta, arkada olanları ise yukarıda gösteriliyor. Bugünkü anlayışımıza göre kaotik ve anlaşılmayan bir biçim gibi görünebilir ama perspektifin kırıldığı çağdaş resmi de derinden etkilemiş.
Minyatürlerdeki tek boyut, bu sanatın estetik kurallarıyla yakından ilişkili. Osmanlı minyatüründe perspektif yok değildir, resmin içine saklanmıştır. Zaman algısı da değişik renk tonlarının kullanımıyla yansıtılır. Geceyi anlatmak için koyu lacivert, gündüzü anlatmak için altın gibi renkler tercih edilir. Güneşin batışı ve doğuşu ise açık maviyle gösterilir. Minyatürlerde her bir renk, farklı bir olayı ifade eder ki minyatürün asıl amacı da bakana bir olayı anlatmaktır.
Minyatürün zirveye çıktığı yer olan ve o dönemde minyatür sanatının başkenti olan İstanbul’daki Osmanlı sarayında bu sanat için bir nakkaşhane de bulunuyordu. Bugün dünyanın en zengin minyatür koleksiyonları İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi’nde, Paris’te Bibliotheque Nationale’de ve Londra’da British Museum’da bulunuyor. Geçmişten gelen ve bize o dünyayı anlatan bu eserler geçmişle gelecek arasında bir köprü kuruyor ve rengârenk kitaplarda ve şekillerde sadece kültür dünyamızı değil, hayal gücümüzü de zenginleştiriyor. Yeter ki minyatürlerin renkli dünyasına adım atmaya hazır olun.
Dünyada ve Türkiye’de minyatür sanatı alanında önemli eserler ortaya çıkmıştır. Bu eserlerin yanı sıra ülkemizde özellikle de Osmanlı Dönemi’nde önemli nakkaşlar ve ressamlar yetişmiştir. Eğer bu konuya meraklıysanız sizler için Osmanlı Dönemi’nin önemli nakkaşlarını sıraladık. İşte isimleri:
Nakkaş Nigarî, Nakkaş Sinanbey, Nakkaş Osman, Seyyid Lokman, Nakkaş Nakşî, Levnî, Abdullah Buharî, Nakkaş Hasan, Matrakçı Nasuh, Haydar Hatemî…
Peki bu sanatkârlar bu sanatı nasıl icra ediyorlardı? Minyatür sanatında kullanılan malzemeler ve teknikler nelerdi? Bunları da merak ediyorsanız ufacık anlatalım. Zamana ve coğrafyaya göre teknikler değişse de genelde değişmeyen birkaç bilgi mevcut. Örneğin; sayfalara yumurta ve nişasta sürülürdü. Bu sayede kâğıdın daha pürüzsüz ve parlak yapıya gelmesi sağlanırdı. Fırçanın rahat hareket edebilmesi ve mürekkebin dağılmaması için bu aşama önemliydi. Boyalar ise genellikle bitkilerden, altın ve maden oksitlerinden, böcek kabuklarından elde edilirdi. Fırçaların da kedilerin ve samurların tüylerinden yapıldığı bilinmekte. Ne kadar ilginç değil mi?
Eski dönemlere nazaran minyatür sanatı günümüzde daha az yaygındır ve daha az icra edilir. Artık minyatür sanatı yerine çağdaş resimler ortaya konulmakta. Tabii ki bu durumu engellemeye çalışan bazı insanlar var. Örneğin; Süheyl Ünver, Nilgün Gencer, Nusret Çolpan, Günseli Kato, Gülçin Anmaç, Gülbin Mesera gibi isimler minyatürü yaşatmak için çaba sarf eden günümüzün kıymetli insanlarından sadece birkaçı. Tıpkı bu şahsiyetler gibi biz sanatseverlerin de minyatür sanatına gereken önemi ve özeni göstermemiz gerekiyor.
Ata’mızın da söylediği gibi “ Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”