Kültür Seyahat
31 Ekim 2023İstanbul’u İstanbul yapan semtlerden biri. Zira kendisi için semt dersek çok ayıp etmiş oluruz. Yüz ölçümü olarak büyük olmasa da içerisinde birbirinden farklı birçok semti barındırıyor.
Türkiye’nin birçok ilki burada gerçekleşti. Türkiye bira, çikolata, keman, gitar, hazır giyim ve fotoğraf gibi birçok ürünle burada tanıştı. Türkiye’nin ilk eczanesi, modern tiyatrosu, sineması, pastanesi ve bankası burada açıldı. Türkiye’nin ilk espressosu da burada hazırlandı, ilk piyanosu da burada bir eve girdi. Türkiye’nin tarihteki ilk ilçe belediyesi de burada açıldı. Burası İstanbul’un içindeki küçük bir Avrupa’ydı.
Beyoğlu İstanbul’un en mistik ve büyüleyici ilçelerinin başında geliyor. Tarihini ve buraya kimlerin adım attığından bahsetmeye kalksak bu sabaha kadar sürer. Ama biz yine de sizlerin yazıya daha hâkim olması için üç beş kelimeyle küçük bir özet geçelim.
Beyoğlu’ndaki ilk ciddi yerleşik hayat Bizans dönemiyle şekillenmeye başlamıştı. Malum o zamanlar İstanbul, Kartal’dan Pendik’e uzanmıyordu. Bugün Fatih dediğimiz tarihi yarımada ve bugünkü Beyoğlu ilçesinin neredeyse yarısı kadar bir alan surların içerisinde çeviriliydi. Bizans döneminde bugünkü Fatih’te yerel halk, imparatorluk sarayları, tapınaklar ve devlet daireleri bulunuyordu. Galata ise yabancıların ve özellikle Cenevizliler’in oluşturduğu bir ticaret bölgesiydi. Osmanlı’nın İstanbul’u fethinden sonra da bu durum pek değişmedi. Yine Galata Avrupalı ve diğer gayrimüslimlerin bir kolonisi olarak şekillendi. O yüzden Galata’da Avrupa etkisi hep vardı ve bu Beyoğlu’nun kimyasını oluşturdu. Giriş paragrafımızı yeteri kadar uzattık, gelin konumuz soğumadan yazıya geçelim. İyi okumalar dileriz.
Çiçek Pasajı
Beyoğlu’nun şüphesiz ki en meşhur pasajıyla başladık. Beyoğlu’nun tarihteki en büyük dönüm noktası 1870 yılında geçirdiği Büyük Beyoğlu Yangını’ydı. İstiklal Caddesi bu yangından sonra bugünkü halini alacaktı. Zira Çiçek Pasajı da öyle.
İstiklal Caddesi üzerinde yer alan bu pasaj, Galatasaray Lisesi’nin karşı çaprazında kalıyor. Etrafını ise Sahne ve Yenibahçe sokaklarının çevrelediği Çiçek Pasajı’nın bulunduğu yerde 1870 yılındaki büyük yangına kadar Naum Tiyatrosu bulunuyordu. Naum Tiyatrosu, 18. yüzyıl İstanbul’unun bir simgesiydi. Padişah I. Abdülaziz ve I. Abdülmecit bile buraya defalarca gelip tiyatro ve opera izlediler. Beyoğlu’nun o eski elit rüzgârını savuran ilk sanat diyarıydı Naum Tiyatrosu.
Yandığı 1870 yılından sonra Beyoğlu Belediyesince küçük bir kısmı cadde düzenlemesi kapsamında kamulaştırıldı. Ardından Christaki Zografos isimli bir Rum tarafından satın alınarak bu eşsiz ve Naum Tiyatrosu’nu pek fazla aratmayacak bir bina inşa edildi. Pasajın yanındaki Sahne Sokak’taki sahne isminin de Naum Tiyatrosu yıllarından kalma olduğunu belirtelim.
Peki, bu pasajın ismi neden Çiçek? Orijinal ismi Cite de Pera olan bu pasajda o dönem Bolşevik ihtilalinden malını ve mülkünü bırakarak kaçan Beyaz Rus olarak anılan aristokratlar, bu pasajda çiçekler satarlardı. Böylelikle Beyoğlu’nda çiçek kültürü gelişecekti. 1930’lu yıllarda ise günlük çiçek mezatı burada yapılmaya başlanınca bütün çiçekçiler bu pasajın dükkânlarını dolduracaktı. 1940’lı yıllarda pasajda açılmaya başlanan birahaneler ve lokantalar ile beraber pasajdaki çiçekçiler birer birer ayrılacaklardı. Çiçeklerinin solmadığı ama Çiçek kültünün solduğu pasajda çiçeğe dair sadece o yadigâr isim kalacaktı.
Cercle D’Orient Pasajı
Bu pasajdan bahsetmeden önce bir İstanbul markası olan mimardan bahsetmeliyiz. 19. yüzyıl İstanbul’unun en simge yapılarında onun imzası var. Pera Palas, Müşir Zeki Paşa Köşkü, Rusya Başkonsolosluğu, İstanbul Arkeoloji Müzesi, Ahmet Afif Paşa Yalısı, Vahdettin Köşkü, Osmanlı Bankası ve daha sayısız eser bu adam tarafından yaratıldı. Aynı zamanda kendisi Türkiye’nin tarihteki açılan ilk mimarlık fakültesinin de kurucusuydu, nam-ı diğer Alexandre Vallaury. Bu pasajı Abraham Karakahya Paşa, Vallaury’e 1875’te inşa ettirmişti. Korint usulü sütun başlıkları ve kolonların egemen olduğu bu pasaj bir şehir kulübüydü. Dönemin önemli işadamları, bankerleri ve Levantenleri bu kulübe üyeydiler. İstanbul’un işgal yıllarında ise İngiliz Subaylarının karargâhına dönüşmüştü. Ardından 1919 yılında satılacak ve iki defa tekrardan el değiştirecekti.
Aslında bu binayı Beyoğlu’na sürekli giden insanların bilmeme ihtimali yok. Çünkü burası bugünkü Grand Pera AVM. Şurası kesin ki bu bina halen Beyoğlu’nun estetik dokusuna renk katmaya halen devam ediyor. Teşekkürler Vallaury.
Rumeli Pasajı
İstiklal caddesinin bir diğer estetik durağında durduk ve karşımızdaki şaheser ile karşı karşıyayız. Biz Rumeli Pasajı’na, o ise göklere bakıyor. İstiklal Caddesi’ni süsleyen eşsiz yapı 1897’de Yıldız Sarayı’nın başmabeyncisi Ragıp Sarıca tarafından yaptırılmıştı. Mimarı ise August Jasmund’dur. Üst katları konut olarak tasarlanan 56 daireli Rumeli Pasajı’nın en meşhur misafirleri Makridis Pastanesi, Rus Kuyumcu Meleviç, Terzi Teodoridis, Doktor Manailoğlu, Galeri Edip ve Abdullah Efendi Lokantası’ydı. Bina bizleri eklektik devasa bir kapıyla karşılıyor. Bugün zemin katında çeşitli lokanta ve tatlıcılarla halen Beyoğlu’na ruh katıyor.
Suriye Pasajı
İstiklal Caddesi’nin bitmek bilmeyen bir diğer harikası ise elbette Suriye Pasajı. Rus Konsolosluğu’nun karşısında kalan bu yapı Abut Ailesi tarafından mimar Dimitri Basiliadis’e yaptırılmıştır. Üç ayrı apartmandan meydana gelen blokların oluşturduğu binanın tıpkı Rumeli Pasajı’nda olduğu gibi alt katları çarşı, üst katları da konuttu. Tarihimizde yayınlanan en uzun gazete unvanına sahip Journal de Stanboul’un matbaası bu pasajdaydı. Bu gazetenin baskısı tam tamına 100 yıl aralıksız devam edecekti. Bugün alt katında kürkçüleri ve dericileriyle ayakta olan Suriye Paasajı’nın bir dönem en meşhur ziyaretçileri ise kuyumcu Niko Lukidis, ayakkabıcı Mihalidis, ayakkabıcı Havyaras ve Tayer Terzihanesi’ydi.