Montmartre: Paris’in Bohem Yüzü

Montmartre: Paris’in Bohem Ruhunu Keşfedin

Paris’in tarihi ve sanatsal kalbi neresidir diye sorarsanız, yanıtımız kesinlikle Montmartre olur. Şirin sokakları, tarihi kafeleri, sanatçı atölyeleri ve romantik atmosferiyle ünlü Montmartre, sanatsal çekiciliğin ve kültürel zenginliğin özünü bünyesinde barındıran canlı ve bohem bir mahalle. 

Tarih dolu bu büyüleyici bölge, çok uzun zamandır şairler, ressamlar ve yazarlar için bir cennet olmuş ve birçok sanat eserine ilham vermiş.

Siz de Paris’i ziyaret eden bir romantikseniz, Paris’in bohem ruhunu gerçek anlamda keşfetmek için şehrin en güzel bölgelerinden birine, Montmartre’ye mutlaka uğrayın.

Montmartre'de Yaşamış Ünlü Sanatçılar

Montmartre’de bir gününüzü en verimli nasıl geçireceğinizi anlatmaya başlamadan önce, bu güzelim mahallede hangi sanatçıların izlerini sürebileceğinizden bahsedelim. Belki onların muhteşem sanat eserleri yaratmasına yardımcı olan ilham, Montmartre’nin Arnavut kaldırımlı sokaklarında yürürken size de uğrar.

Pablo Picasso: İspanyol ressam ve heykeltıraş, kariyerinin erken dönemlerinde burada yaşamış ve Bateau-Lavoir adlı atölyesinde birçok önemli eserini üretmiş.

Vincent van Gogh: Hollandalı ressam, kardeşi Theo ile birlikte Rue Lepic'te yaşamış. Montmartre'nin renkli sokakları ve canlı atmosferi, van Gogh'un sanatına ilham kaynağı olmuş.

Henri de Toulouse-Lautrec: Montmartre'nin gece hayatını ve kabarelerini eserlerinde sıkça konu edinen Fransız ressam ve illüstratör, Moulin Rouge gibi ünlü mekanlarda geçirdiği zamanı sanatına da yansıtmış.

Amedeo Modigliani: Montmartre’nin sanatsal ortamından en çok beslenen sanatçılardan Modigliani, bölgedeki diğer sanatçılarla da büyük ölçüde etkileşim içindeymiş.

Émile Zola: Naturalizmin öncüsü ünlü Fransız yazar Zola da eserlerini üretmek için Montmartre’yi seçenlerden.

Erik Satie: Fransız besteci ve piyanist, Montmartre'nin kabarelerinde ve kafelerinde performanslar sergilemiş ve burada yaşamış.

Paris'in Bohem Kalbinde Bir Gün

İlham perilerinin peşine düşmeye karar verdiğimize göre, Paris’in kuzeyindeki bu sanatı ve sanatçılarıyla ünlü mahallede bir gün boyunca neler yapabiliriz ona bakalım. Her köşesinde ayrı bir hikaye barındıran Montmartre’yi bir güne sığdırmak zor ama elimizden geleni yapacağız.

Sabah

Sacré-Cœur Bazilikası'nda Güne Başlayın: Günün ilk ışıklarıyla birlikte, Montmartre’nin tepesinde yer alan ve beyaz mermeriyle parlayan Sacré-Cœur Bazilikası'nı ziyaret ederek bu harika yolculuğa başlayın. Bazilikanın kendisi zaten muazzam ama bazilikadan izlenebilen panoramik Paris manzarası da güne başlamak için bizce çok iyi bir seçenek. Bazilikayı gezdikten sonra kubbesine çıkarak şehri kuş bakışı izlemeyi de unutmayın.

Place du Tertre'de Sanatçılarla Buluşun: Sacré-Cœur'ün hemen yanında yer alan Place du Tertre’de sanat dolu yolculuğun ilk adımlarını atmış oluyoruz çünkü bu meydanda ressamların canlı performanslarını izleyebiliyor, hatta portrenizi yaptırabiliyorsunuz. Sonrasında meydanın çevresindeki kafelerden birinde kahvenizi yudumlamayarak Paris’in bohem atmosferini soluyabilirsiniz.

Öğle

Dar ve Şirin Sokaklarda Keşfe Çıkın: Öğleni ettiğimize göre artık bizi Montmartre’nin derinliklerine götürecek yürüyüşümüze başlayabiliriz. Bu noktada şunu hatırlatmakta fayda var; bölge hem çok yokuşlu ve yüksek hem de sokakları taş döşeli. Bu yüzden Montmartre’yi keşfetmek için bölgeye geliyorsanız ve bir kafede oturup geri dönmeyecekseniz mutlaka en rahat yürüyüş ayakkabınızı giydiğinizden emin olun.

Eski Paris’in büyüsünü hissettiren sokaklarda yürüyüş yaparak yerel mağazaları, antikacıları ve butik kafeleri dolaşarak işe başlıyoruz. Zaten Paris demek biraz da kafe demek, değil mi? 

Musée de Montmartre'de Sanat ve Tarihe Yolculuk:  Montmartre’nin sanat tarihini yakından tanımak için Musée de Montmartre'yi ziyaret ediyoruz. Renoir’ın eski evi olan müze, Montmartre’nin sanatçıları ve onların eserleri hakkında geniş bir koleksiyona sahip. Müzenin bahçesinde dolaşırken ünlü ressamların ilham aldığı manzaralara tanık olmak muhteşem bir his.

Öğleden Sonra

Le Consulat'ta Öğle Yemeği: Öğle yemeği için Montmartre’nin tarihi restoranlarından birini seçebilirsiniz ama bizim önerimiz hem yerel halkın hem de turistlerin favori mekanlarından biri olan Le Consulat. Tarihi bir atmosferde Fransız mutfağının lezzetlerini keşfetmek için bizce harika bir seçenek.

Vincent Van Gogh’un Evi: Yemekten sonra Montmartre’de kısa bir yürüyüş yaparak, ünlü ressam Vincent Van Gogh’un bir dönem yaşadığı eve gidiyoruz. Rue Lepic üzerindeki bu ev, sanatçının Paris’te geçirdiği yılların izlerini taşıdığı için sanatseverler için özel bir durak niteliğinde.

Akşam

Montmartre’nin Tepelerinde Romantik Bir Yürüyüş: Paris’te romantik bir akşam üstü. Kulağa bir film ismi gibi geliyor değil mi? Hissiyatı da öyle. Bu yüzden sizi romantik bir yürüyüşün ardından gün batımı izlemek üzere Montmartre’nin tepelerine götürüyoruz. Paris’in ışıklarıyla aydınlanan manzaranın uzun süre hafızanıza kazınacağına eminiz.

Lezzet Durakları: Akşam yemeği için yine sınırsız seçenekler arasında bizim önerimiz, pastel pembe rengiyle ünlü La Maison Rose. 1900'lü yılların başında sanatçılar ve yazarlar için popüler bir buluşma noktası olan bu restoran, bugün de aynı çekiciliğini koruyor. Hem yerel halk hem de turistler için bir cazibe merkezi olan La Maison Rose’da yine Fransız mutfağının lezzetli yemeklerini keşfetmeye ve Montmartre'nin bohem havasını solumaya devam ediyoruz.

Canlı Müzik ve Gece Hayatı: Geldik Paris gecelerine. Sanat ve tarih dolu bir günü tamamladık, bol bol yürüdük, hem karnımızı hem de ruhumuzu doyurduk ama bölgenin havasından mıdır suyundan mı bilinmez, enerjimiz hala yerinde. O halde sıra Montmartre’nin gece hayatını keşfetmekte. Sokak sanatçılarının performanslarını izlemek veya yerel bir barda canlı müzik dinlemek, burada yapabileceğiniz en güzel iki aktivite.