Kültür Seyahat
26 Temmuz 2023Kimilerine göre su, kimilerine göre özgürlüklerin, kimine göre lalelerin hatta kimine göreyse de bisikletlerin ülkesidir burası. Ama herkes onu su ülkesi olarak biliyor ve arama motorlarına ne zaman batacağını soruyor. Zira ismini bile “alçak ülke” anlamına gelen bir kelimeden almıştır. Tabii ki de Hollanda’dan bahsediyoruz.
Dünya genelinde ise ülkenin İngilizcedeki ismi de kafa karışıklığı yaratmıyor değil. İnsanlar bu ülkeye Netherlands mi desek yoksa Holland mı desek diye düşünerek iki seçeneğin kafa karıştırıcılığından nasibini almış. Hâlbuki ülkenin resmi adı “alçak ülke” anlamına gelen Netherlands’dir. Holland ise, Amsterdam, Alkmaar, Lahey, Rotterdam gibi önemli şehirlerin içinde bulunduğu, sadece Kuzey Hollanda ve Güney Hollanda illerinin birleşiminden oluşan bölgeye verilen bir isimdir. Efendim buyurun sizlerde daha fazla kafa karışıklığı yaratmadan bu güzel içeriğe birlikte bir göz atalım. İyi okumalar dileriz.
Su Ülkesi'ne Genel Bakış
Burayı ilk evirip çeviren, isimler veren ve bölgeyi tanıyan insanlar Romalılardı. Hollanda’nın ilk meşhur misafirlerinden biri de Jül Sezar ve muzaffer lejyonlarıydı. Orta çağda Frank Krallığı, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ve Burgonya düklüğü için önemli bir bölgeyi teşkil etti. Hollanda’nın yıldızı 1568’de parlayacaktı. Miras yoluyla İspanya Krallığı’na geçen Hollanda bölgesi, yayılan Protestanlık ile birlikte Katolik İspanyollara karşı isyan çıkardı. Ardından gelen Seksen Yıl Savaşı ve sonucundaki Vestfalya Anlaşması bugünün Hollanda’sının çekirdeklerini oluşturacaktı. Napolyon döneminde işgale uğrayan Hollanda, Napolyon’un yenilgisinden sonra imzalanan Viyana Kongresiyle bugünkü Belçika topraklarıyla beraber bağımsız bir krallığa kavuştu. 1830’da bünyesinden Belçika ile birlikte Lüksemburg ayrılacaktı.
Hollanda şüphesiz ki en altın çağını, 17. ve 18. yüzyıllarda yaşamıştır. Bu dönemde bilim, ticaret ve sanat dallarında dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri haline geldiler. Rembrandt ve Rubens gibi ressamların, birçok bilimsel ve hatta coğrafi keşfin coğrafyası oldu. Avustralya, Yeni Zelanda ve diğer Okyanusya adalarının büyük kısmını onlar keşfetti. New York’u ve Güney Afrika’yı ilk kolonileştiren onlardı. Endonezya, Guyana ve sayısız birçok Pasifik adasına sahiptiler. Bugün Guyana ve Hollanda Antilleri halen Hollanda Krallığı’na bağlıdır.
Pedalın Keyfini Sür
Bu alçak ve eğimsiz ülkede haliyle bisiklet, bu küçük coğrafyanın bir gerçeği haline gelmiş. Gök mavisi kanalların kıyısında, renkli çiçek tarlalarının arasında ve tarihi sokakların taş döşemelerinde, rüzgârla dans eden bisikletlerin yolculuğunda kaybolmak, adeta bir masalın içine sürüklenmek gibi bir şey. İster romantik Amsterdam'ın sokaklarında dolaşın, ister geleneksel köylerin taş evlerini ziyaret edin, bisikletin sihirli gücüyle zamanın izini sürmek eminiz ki size iyi gelecek. Burada yokuş veya iki tekerlilere saygının eksikliği gibi meseleler de söz konusu değil haliyle. O yüzden Hollanda'nın bisiklet kültürü, özgürlüğün, huzurun ve doğanın iç içe geçtiği bir dünya oluvermiş. Haliyle bu kültür, bu coğrafyayı ziyaret edenleri de kendisine çekiyor.
Prestijli Kanal Şehri
Avustralya ve Okyanusya’yı keşfeden, Amerika’da ve diğer denizaşırı kıtalarda koloniler kuran ve ticaret yapan denizcilerin ayrıldığı, kanalların süslediği Batı Avrupa’nın en büyük liman kentlerinden birine geldiniz. Zira özgürlüklerin kenti desek de yanlış olmaz sanırım. Burada efsanevi rüzgar değirmenlerinin kanatlarında, zamanın esrar dolu sırlarını keşfetmek adeta bir masalın sayfalarını aralamak gibidir. Şehirlerin romantik kanallarında kaybolmak galiba Amsterdam’ın en büyük modası. Lakin bu mistik atmosfer sizleri Rembrandt'ın fırçasının izini sürerken, Van Gogh'un yıldızlarla dolu dünyasına ışınlıyor. Her köşesi bir sanat eseri olan bu sihirli ülkede kaybolmak en güzel şeylerden biri olsa gerek.
Masalsı Köyler
Biraz şehrin dışına çıkalım. Burada binlerce rengârenk lale, nergis, sümbül ve daha birçok çiçek türü, bu büyülü bahçelerde adeta bir tabloyu andıran desenlerle sergileniyor. Doğanın en zarif işçiliğine sahne olan bu muhteşem yerden insanın asla ayrılası gelmiyor. Hele ki Keukenhof’da doğanın en seçkin sanat galerisinde hissediyorsunuz kendinizi. Hollanda’nın kuzeyindeki Zaanse Schans sizleri tarihi rüzgâr değirmenleri ve geleneksel ahşap evleriyle karşılıyor. Amsterdam’ın kuzeyindeki Giethoorn'un su kanallarının üzerinde dans eden ahşap köprüleri ve çiçek dolu bahçeleri ise bu süslü diyarın bir harikası. Volendam ise, deniz kenarındaki romantik atmosferiyle kalpleri fethediyor. Hollanda'nın sıra dışı bir dünyası köyleri olmadan keşfetmek biraz zor olmalı.
Sanatın Hazinesi
Van Gogh, Rembrandt, Rubens ve daha niceleri. Dünya sanatına katılmış büyük hazinelerin doğduğu bu coğrafyada değirmenler sanat rüzgârı olmadan dönmüyor. Özellikle de şehrin her köşesinde sanatın varlığı hissedilen Amsterdam da sanatın cazibesinden kaçamamış olmalı. Amsterdam'daki Rijksmuseum, tarihin derinliklerinde gezinirken Rembrandt'ın eserleriyle zamanın akışını unutmanızı sağlar. Van Gogh Müzesi, zihinleri yıldızlara taşıyan, renklerin ve duyguların dans ettiği bir rüya dünyasını sizlere sunar. Anne Frank Evi, tarihî bellekte derin izler bırakan ve insanlığın yüreğine dokunan bir hikâyeye kapı aralar. Lahey'deki Mauritshuis, muhteşem resimlerin esrarengiz dünyasına götürürken, Utrecht'in Kröller-Müller Müzesi, Van Gogh'un eşsiz eserlerini doğanın bağrında sergilemenin mistik duygusunu taşır. Delft'teki Porceleyne Fles, porselenin zarafetinin izlerini takip ederken, Rotterdam'ın Maritiem Müzesi, denizlerin sonsuz keşiflerine dalarak heyecan verici bir serüven sunar. Burası böyle bir yer işte. Sanattan kaçabilmek mümkün değil.