Kültür Seyahat

30 Eylül 2022
Gezmekyetmez
Gezmekyetmez

Manevra komutları ile zangır zangır titreyen feribotumuz Kuzu Limanı’na bağlanıp, kapaklarını açtığında hazan, hüzün ve üzüm adası Gökçeada bize merhaba diyor.

Koskoca bir yaz mevsimini geride bıraktık, sonbahar (hazan) geldi kapımıza dayandı. Eylül ayı bir çoğumuz için hüzün, ayrılık anlamına gelen güz mevsiminin kapılarını araladı, eşikten geçmemizi sükunetle bekliyor.

Siz de sonbaharı, hüzün kaynağı olarak görenlerden misiniz? Yoksa bu mevsimi hayatın doğal akışı içinde tamamlanması, yaşanması gereken bir evre olarak mı görüyorsunuz?

Biten aşklar, geçip giden gençlik, son bulan ömürdür belki de sonbaharı bu denli hüzünlü kılan. Lakin hayatta hiçbir şey ne tam siyah, ne de tam beyazdır. Arada mutlaka gri tonlar da vardır.

Bundan mıdır bilinmez bendeniz sonbahara başka bir anlam da yüklerim. O boğucu sıcaklar yavaş yavaş yerini tatlı bir serinliğe bırakmış, doğanın rengi dönmeye ve daha fotojenik bir hal almaya başlamıştır. Tüm bunlar aslında yeni yolculukları müjdeler, yeni seyahat sebepleri sunar gezginlere. Bundandır Eylül’ü ve güzü yeni seyahatlere sebep kabul etmem.

Genel

Dilimizdeki Eylül ismi Asur dilindeki Elülu kelimesinden gelir. Karşılığı hasat, bağ bozumu demektir. Başka bir deyişle aylarca, yıllarca harcanan emeklerin karşılığının alınması anlamındadır. Süryanicede ve Arapçada bu kelimenin karşılığı da üzümdür. Mecazi anlamda bakarsak büyük emekler harcayarak şekillendirdiğimiz yaşamımızın meyveleri hasat ettiğimiz bir dönemdir sonbahar.  Hal böyle olunca da, hüzünlenmek yerine Eylül ayını ya da sonbaharı yeni yolculuklara vesile teşkil eden bir güzellik olarak görmek daha yerinde olmaz mı?

Biz de öyle yaptık ve hazan mevsimin en güzel rotalarından olan Gökçeada’ya Eylül ayının ilk haftasında dostlarımızın daveti üzerine bağ bozumu için gittik. Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat diyenler için yaptığım seçki şöyle:

Mustafa’nın Kayfesi

Sabahın ilk ışıkları ile yola çıktığımızdan hem afyonu patlatıp, kahvaltı etmek, hem de İstanbul’dan ada hayatına yumuşak geçiş için soluğu Kaleköy (Kastro)’de Mustafa’nın Kayfesi'nde alıyoruz. Bir Ortodoks Rum Kilisesi’nin avlusunda, çınar ağaçlarının gölgesinde, kuş sesleri eşliğinde kahvaltı yapmak adaya dair ilk ipuçlarını veriyor.

Kahvaltı

İmroza Sabun Atölyesi

Kaleköy’den ayrılmadan mutlaka görülmesi gereken bir yer de, Aziz - Şule Bengi çifti tarafından 2009 yılından beri organik sabun, mum ve kolonya üretimi yapılan İmroza Ekolojik Yaşam Atölyesi.

Adanın zeytin ağaçları ile dolu olması, yakın tarihe kadar her evde sabun üretimini teşvik etmişse de, değişen devir ev üretimini neredeyse bitirmiş. Buradan yola çıkan çift, aldıkları evin ahır olan kısmını küçük bir atölyeye çevirmişler ve ilk imalatlarında zeytinyağı ve bahçe için depoladıkları yağmur suyunu kullanmışlar. Bugün soğuk yöntemle, 20 çeşit sabun üretilen atölye enfes manzarasıyla da ziyaretçileri etkiliyor.

Sabun Atölyesi

Organik Ada - Gökçeada

Kaleköy’den çıkıp, üzerine havalimanın da kurulduğu Gökçeada’nın tarımsal üretiminin büyük bir kısmının gerçekleştiği ovada yol alıyoruz. İstatistiklere göre adanın yüzölçümünün sadece % 11’lik kısmı tarım alanı. Buna rağmen adada oldum olası kendine yetecek şekilde tarım ve hayvancılık yapılmış. Bu arada, hatırlatmadan geçmeyelim dünyada örneğine az rastlanan başıboş hayvancılık uygulaması adada yıllardır uygulanmakta. Sadece tavuklar değil, küçükbaş ve büyükbaş hayvanlar da adada serbest dolaşıyor.

Gökçeada 2000 yılında “Organik Ada” olarak ilan edilmiş. O günden bu yana adada tarımsal ilaçlar, hormon ve kimyasal gübre kullanılmadan, üretimden tüketime kadar her aşamada kontrollü ve sertifikalı üretim demek olan organik tarım uygulanıyor. Ada, 2011 yılında Cittaslow unvanı da alarak dünyanın ilk ve tek sakin adası olma özelliğini kazanmış.  

Ada, asırlardır üzüm ve zeytin üretimi ile ön planda olmuş. Rüzgar, yağış, sıcaklık, topografi, toprak yapısı, denizden aldığı nem, iyot ve oksijenle zenginleştirilmiş mikroklima gibi faktörle adada yetişen üzümleri yüksek kaliteli kılıyor.

3- Bağbozumu

Adanın En Turistik Köyü Zeytinliköy (Aya Theodori):

Verimli ovayı ardımızda bırakıp, dünyadaki milyonlarca Ortodoks Hristiyan’ın ruhani lideri olan Patrik I. Bartholomeos’un da doğduğu Zeytinliköy’e doğru tırmanıyoruz. 17 Eylül 1965 tarihinde alınan bir karar ile adadaki diğer köyler gibi bu köyün Aya Theodori olan ismi de, etrafındaki zeytin ağaçlarından ötürü Zeytinliköy yapılmış.

Adaya gelen turistlerin en çok rağbet etti köy burası.  Özellikle sık dokulu, Arnavut kaldırımı döşeli sokakları, meydanları ve kahveleri ile dikkat çekiyor. Yunanistan’da yaşayan Zeytinköy’lülerin memleketlerine dönüp, kafeler açması köyün en gözde içeceğini Yunanistan’da olduğu gibi frappe yapmış. Bugün Zeytinliköy’ün meşhur dibek kahvesi yerini frappeye bırakmış.

Zeytinliköy

Adanın En Yalnız Köyü Dereköy (Shinudi):

Gökçeada’ya neden hüzün adası dendiğini bir dönem 1856 kişinin yaşadığı Türkiye’nin en kalabalık köylerinden birisinin sokaklarından dolaşınca anlıyor insan.

Lozan Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakılan adanın nüfusunun büyük bir kısmı Rum vatandaşlarımızdan oluşmaktaydı. Bu durumda Türkiye ile Yunanistan arasındaki siyasi ilişkilerde ortaya çıkan her olumsuz gelişme, ada halkını yakından etkilemiş, tedirgin etmiş. Zaman içinde kasıtlı uygulanan iskan politikaları, kamulaştırmalar ve en önemlisi yarı açık bir cezaevinin bu köye yakın inşa edilmesi, mahkumların adada rahatça dolaşması, köylüleri taciz etmesi, bunlara müsamaha edilmesi ve sonrasında tacizleri, tecavüz ve cinayetlerin takip etmesi adada yaşayan Rumların köyünü, yurdunu terk etmesine neden olur. Durumun vahametini yıllar sonra bir adalı “Adaya cezaevi kurulmuştu. Cezaevinin yapılmış olması kötü değil, korkunç bir karardı” diye dile getirir.

Tepeköy--edit

Eski Cezaevi Binaları

Şirinköy yakınlarındaki 18-20 binadan oluşan yarı açık cezaevi 1991 yılında kapatılır. Terk edilen hapishane kompleksinin iki binasını sevgili dostlarımız Kadri - Hülya Hasdemir kiralar ve inanılmaz bir iş yaparlar. Türkiye’nin tek, dünyanın da 22 organik şarap imalathanesinden birisini burada faaliyete geçirirler. Bu tesislerde sınırlı sayıda üretilen İmroz Nympha organik şarapları hem şarap üreticiliği açısından hem de adanın asırlık şarap kültürünün yaşatılması açısından gurur verici bir örnek. 

Bu yıl üretilen şarapların biraz daha lezzetli olacağını şimdiden müjdeleyeyim, zira bağ bozumunda bizlerin de küçük bir katkısı oldu. Şaka bir tarafa, şarap üretiminin özellikle de organik şarap üreticiliğinin ne denli zorlu ve ciddi bir süreç olduğunu Kadri Bey ve Hülya Hanım’ı dinlerken fark ediyor insan.

Olur da yolunuz hazan mevsiminde Gökçeada’ya düşerse, adayı hüzne boğan olayları bilerek üzüm bağları arasında dolaşın, emin olun hayata başka bakacaksınız.

gezmekyetmez

30 Eylül 2022