Kültür Seyahat
5 Eylül 2023Orijinal adıyla "Megale Ekklesia" ya da "Büyük Kilise" olan Ayasofya Bizans İmparatoru I. Justinianus'un hükümdarlığı döneminde 537 yılında inşa edilmeye başlanmış. Hagia Sophia kelime anlamı olarak "kutsal bilgelik" veya "ilahi bilgelik" anlamına gelir. "Hagia" yani "Aya" kelimesi "kutsal" anlamına gelirken, "Sophia" yani "Sofya" kelimesi Eski Yunanca'da "bilgelik" anlamına gelen "sophos" kelimesinden türetilmiştir. Bu terim Ortodokslukta Tanrı'nın üç niteliğinden biri olarak kabul edilen "kutsal bilgelik" kavramını ifade ediyor. Sanatsal dokusu ve mimari yapısıyla göz kamaştıran Ayasofya’nın derinliklerine inip tarih boyunca dilden dile geçmiş ilginç sırlarını sizler için bu yazıda derledik.
Ayasofya'nın Tarihi
Ayasofya, tarihi boyunca üç kez inşa edilmiş önemli bir yapıdır. Günümüzdeki son hali, 6. yüzyılda Bizans İmparatoru Justinianus tarafından inşa edilen üçüncü Ayasofya'dır. Bu Ayasofya, 537 yılında tamamlanmış ve 1000 yıl boyunca dünyanın en büyük katedrali olmuştur. İstanbul hem Roma İmparatorluğu hem de Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde başkent olarak hizmet vermiştir ve Ayasofya bu dönemlerde dini hayatın merkezi olmuştur.
Birinci Ayasofya: İlk kilise, Büyük Konstantin tarafından başlatılmış ve oğlu Konstantios döneminde tamamlanmıştır. Ancak 404 yılında çıkan halk ayaklanmasında yakılıp yıkılmıştır.
İkinci Ayasofya: İmparator II. Theodosyus tarafından 415 yılında inşa ettirilmiş olan ikinci kilise, İmparator Justinianos zamanında 532 yılında çıkan Nika İsyanı'nda yıkılmıştır.
Üçüncü Ayasofya: Günümüze kadar gelen Ayasofya, İmparator Justinianos tarafından Miletli fizikçi İsidoros ve Antemios'a yaptırılmıştır. İnşaatı 532 yılında başlayıp 537 yılında tamamlanmıştır. Bu Ayasofya, dünyanın en eski katedrali unvanına sahip olmasının yanı sıra dünyanın en hızlı inşa edilen katedrali olarak da bilinir.
Osmanlı Dönemi: 1453 yılında İstanbul'un Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilmesiyle Ayasofya camiye çevrildi. Cami olarak kullanıldığı dönemde çeşitli eklemeler yapıldı, minareler eklendi, yapı güçlendirildi ve çeşitli bölümler eklenerek külliye haline getirildi.
Restorasyon ve Müze Dönemi: Ayasofya, Osmanlı dönemi boyunca çeşitli restorasyonlar geçirdi. 1935'te müze olarak kullanılmaya başlandı ve 1985'te UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne dahil edildi.
Camiye Dönüşüm: 2020 yılında alınan bir kararla Ayasofya tekrar cami statüsüne döndü. Bu dönüşümle birlikte zemin halıyla kaplandı ve namaz vakitlerinde mozaikleri kapatıp açabilen bir elektronik raylı sistem perde kullanıldı.
Ayasofya'nın tarihi boyunca farklı dönemlerde yaşadığı değişimler ve eklemeler, mimari ve tarihi açıdan büyük bir öneme sahiptir.
Kutsal Kase Ayasofya'da Gizleniyor
Hz. İsa'nın havarileriyle son akşam yemeğini paylaştığı an hepimizin bildiği kutsal bir sahne. Bu özel anın taşıyıcısı, Hz. İsa'nın yemek yediği tabak, yüzyıllar boyunca nesillerden nesillere aktarılmıştır. 1453 yılına gelindiğinde bu tabak Hristiyan papazlarca saklanıyordu. Ancak tarihin akışı değiştiğinde İstanbul'un fethi yaklaşırken, tabağın ve şehrin kaderi aynı çizgide birleşecekti.
O dönemin efsanelerinden birine göre İstanbul'un fethi haberini alan bir papaz tabağı kucağında tutarak Ayasofya'ya koşmuştu. O anki vaazını bitirdiğinde zaferin haberi yayıldı. Papaz, Ayasofya'nın koridorlarında tabakla dolaşırken birdenbire kaybolup bir duvarın içine girmişti. Bu gizemli anılar zaman içinde anlatılan hikayelerle efsaneye dönüşmüş.
Halk arasında anlatılan bir inanışa göre bir gün İstanbul tekrar Hristiyanların yönetimine geçerse papaz tekrar ortaya çıkacak ve tabakla birlikte Ayasofya'nın duvarından belirecek.
Deisis Mozaiği
Ayasofya'daki 1264 tarihli “Deisis” yani “Yakarış” Mozaiği gerçekten göz kamaştırıcı bir eser. Ancak bu mozaiğin içindeki figürün İsa değil aslında Apollon olduğuna dair ilginç bir inanış var. Hikaye şöyle: Mozaiği yapmak için Hristiyanlaştırılan Paganlar Apollon'u tasvir etmişler. Anlatılanlara göre figürde kullanılan semboller ve Apollon'a ait özellikler aslında İsa’nın değil Apollon'un tasvir edildiğini kanıtlıyor.
Bizans Prensesi Sofia’nın Tabutu
Ayasofya'da bulunan tabut son Bizans Prensesi Sofia'ya ait. 1453 yılında Sofia'nın ölümü veya öldürülmesinin ardından bu tabuta konulmuş ve Ayasofya'ya getirilerek şu an gördüğünüz yere yerleştirilmiş. Rivayete göre bu tabutun yerinden kıpırdatılması durumunda Ayasofya yıkılacakmış. Bu eski hikaye kültürümüze öylesine işlemiş ki Osmanlı hükümdarları bile bu tabutu dokunmamış. Belki de padişahlar bu tabutun gerçekten Sofia'ya ait olduğuna inanmamış veya bu konunun üzerine fazla düşmemiş olabilir, kim bilebilir? Ama bu efsane Ayasofya'nın gizemli tarihinde kendine bir yer bulmuş durumda.
Dilek Sütunu
Ayasofya'daki Dilek Sütunu'nun ardında ilginç bir hikaye dolaşıyor. Rivayete göre bu sütun önceden Meryem Ana'nın evindeymiş. Hz. İsa'nın yakalanıp çarmıha gerilmesi sırasında Meryem Ana acı içinde gözyaşları dökmüş ve bu gözyaşları sütunu eritmiş. Ayasofya'nın yapımı sırasında bu sütun taşınmış ve kilisenin bir parçası olmuş. Böylece Ayasofya da daha da kutsal bir mekân haline gelmiş.
Bugün Ayasofya'yı ziyaret eden insanlar Dilek Sütunu'na dokunarak dileklerde bulunuyor. Baş parmaklarını sütuna sokup çevirmek dileklerinin gerçekleşeceğine inanılan bir adet haline gelmiş. Bu gelenek Ayasofya'nın tarihindeki mistik ve duygusal yanıyla birleşiyor ve insanlara geçmişin büyülü dokusunu yaşatıyor.
Kıyamet Tarihi
Ayasofya birçok kişi için kıyametin ne zaman gerçekleşeceğine dair ipuçları taşıdığına inanılan bir mekan olarak kabul ediliyor. Bir başka Hz. Hızır tarafından yazıldığı düşünülen bir yazıda kıyametin tarihi olarak "On Sekizinde Yevm-i Pazar, sene 1038" ifadesi bulunuyor.